Cavit KÜRNEK, çok yönlü bir sanatçı olmasıyla tanınıyor,
edebiyatta ise şiir ve öykü ile çok ilgilenmiştir. Öyküleri
İzmir, Ege, deniz, doğa kokuyor.
Okumaya başladığınızda elinizden bırakamıyorsunuz , akıcı ve sürükleyici
bir dili var. Bir röportajında; “bir yazarın yapıtını sevmesi çok önemli “ diyor ve bunun için ince eleyip sık
dokuyor.
Fotoğraf sanatçısı olması öykülerine
de yansımıştır. Metinleri doğa gibi
canlıdır. Canlı varlıklar dile gelir, bir kuş sizinle konuşur örneğin, bir
çiçek... Kitaba ismini veren sardunyanın adı Maria.
Sizlerle, Kanguru Yayınları'ndan çıkan son romanı “ İzmir’in İnce Gülü” ile ilgili izlenimlerimi paylaşmak
isterim: Yazarın İzmir’e olan tutkusu,
öykülerinde satır aralarında gizlendikleri yerden bize göz kırpıyorken, bu
romanda “Halil Bey İzmir’e tutkundu! “
dedikten sonra parantezi açmış kulağımıza şunu fısıldamıştır ; “Söz aramızda, İzmir’e asıl tutkun olan bu
öykünün yazarıdır!”
Bunun gibi pek çok kere yazar,
karakterlerce metnin içine dahil edilmilştir.
Yazar geçmişine, geleceğine,
dostlarına, yaşanmışlıklara el sallamakta, selam vermektedir.
Sadece kendisi mi ? okuru da
çekiveriyor kolundan ; “Bir öykü, okuyucusuz olmaz ki!” “Siz, ben
ve okuyucular! Bu öykünün ayrılmaz parçalarıyız. Eleştirilerine, övgülerine
alışacağız. Zaten her sıkıntının kaynağı alışma zorluğu değil midir?
Birbirimize alışacağız!” diyerek açıkça ama hiç rahatsız etmeden yapıyor
bunu.
Roman Halil Bey ‘in yaşamı üzerine
kurgulanmış, kızı Ayşe ile birbirlerine arkadaş diye sesleniyorlar ve zaten
aralarındaki ilişki baba-kız ilişkisinden daha çok arkadaşça bir temel üzerine
kurulmuş. Olaylar, günler okudukça Halil
Bey’in eşini, ailesini, çocukluk ve gençliğini yaşıyoruz, yazar, onlar ve biz
...
Yazılanlar bize aile kavramını ve
toplumumuzdaki işleyişini sorgulatırken, eğitim sistemine yönelik eleştiriler
yer yer gülümsememize ama en çok onay verir iç çekişlerimize sebep oluyor.
Mebrure Hanım ve Aleksi ve eşi Eleni Hanım ile yaşananları tarihi
roman tadında okuyorken, göçe, savaşa,
üzüntü ve kedere tanıklık ediyorsunuz.
İzmir’i Mavi ayaklı Güvercin’e benzettiği bölüm ;
İzmir!
Mavi
Ayaklı Güvercin!
Ne
zaman İzmir’i betimlemeye kalksam, hep kuşa
benzetirim!
Rengi hep beyazdır ve bir damla yaş gizlenir
gözünde!
İzmir’e
aşık mıyım? İnsan bir kente aşık olabilir mi?
Yani
taşa toprağa ağaca, caddelere evlere, sarı otobüslere
faytonlara,
eskilerde de kalsa çın çın ve şiirsel sesli tramvaylara?
Unutmamalıyım:
Bir zamanlar tertemiz olan körfezde
uçuşan
gemileri! Bayram günleri gemileri renk renk bayraklarla
donatırlardı.
Karşıyaka’ya giderken:
“A
burası Bayraklı, a orası Güzelyalı!” şaşmaları saçarak
kırmızı
bir bayrağın mavi gölgesi yüzüme vuran güneşi alır
götürürdü!
Yine de
bir şehre tutulmanın ağaçla, denizle ve mavi
bir
gölgeyle olacağını sanmıyorum! Beni İzmir’e sırılsıklam
tutkun
edenin mahallemizde açan ve kokusuyla burun direğimi
kıran
bir yasemin olduğunu neden yadsıyayım? Gözleri
bol
kirpikliydi ve gövdesi sedef kakmalı bir udu andırıyordu.
Ona
nasıl sevdalı olduğumu tüm çiçekler bilirdi!
Renk
renk ve dimdik duruşlarıyla sırrımın günlüğünü yazarlardı
İnsan ; İnsan’dan bahsetmeden geçmek
olmaz, yazara ve romana haksızlık olur. Halil’in hayatında belli dönemlerde
yoldaşlık etmiş ama onun için önemli bir yer tutan insan . Yazarın betimlemesi
şöyle ; “İnsan’dı, çünkü kendisini Adam
yerine koymuyordu!
“Benim
cinsiyetim yok!” diyordu. “Öyleyse cinsiyetimi
belirleyecek
sıfatım da yok!”
Ek
bir son ve Halil Bey’in mavi isteği romana son noktayı koyuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder